25 Ekim 2016 Salı

Rapunzel Masalı



Rapunzel Masalı

Bir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark etmiş. Bir gün pencereden komşu evin bahçesindeki güzel çiçekleri ve sebzeleri seyrederken, kadının gözleri sıra sıra ekilmiş özel bir tür marula takılmış. O anda sanki büyülenmiş ve o marullardan başka şey düşünemez olmuş.

“Ya bu marullardan yerim ya da ölürüm” demiş kendi kendine. Yemeden içmeden kesilmiş, zayıfladıkça zayıflamış. Sonunda kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş, öylesine endişelenmiş ki, tüm cesaretini toplayıp yandaki evin bahçe duvarına tırmanmış, bahçeye girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Ancak, o bahçeye girmek büyük cesaret istiyormuş, çünkü orası güçlü bir cadıya aitmiş. Kadın kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş ama bir avuç yaprak ona yetmemiş. Kocası ertesi günün akşamı çaresiz tekrar bahçeye girmiş. Fakat bu sefer cadı pusuya yatmış, onu bekliyormuş.

“Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen!” diye ciyaklamış cadı. “Bunun hesabını vereceksin!” Kadının kocası kendisini affetmesi için yalvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları nasıl canının çektiğini, onlar yüzünden nasıl yemeden içmeden kesildiğini bir bir anlatmış. 

“O zaman,” demiş cadı sesini biraz daha alçaltarak, “alabilirsin, canı ne kadar çekiyorsa alabilirsin. Ama bir şartım var, bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz.”

Kadının kocası cadının korkusundan bu şartı hemen kabul etmiş. Birkaç hafta sonra bebek doğmuş. Daha hemen o gün cadı gelip yeni doğan bebeği almış. Bebeğe Rapunzel adını vermiş. Çünkü annesinin ne yapıp edip yemek istediği bahçedeki marul türünün adı da Rapunzel’miş. Cadı küçük kıza çok iyi bakmış.

Rapunzel oniki yaşına gelince, dünyalar güzeli bir çocuk olmuş. Cadı bir ormanın göbeğinde, yüksek bir kuleye yerleştirmiş onu. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş, sadece en tepesinde küçük bir penceresi varmış. Cadı onu ziyarete geldiğinde, aşağıdan;

“Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş.

Rapunzel uzun örgülü saçlarını pencereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutuna tutuna yukarı tırmanırmış. Bu yıllarca böyle sürüp gitmiş. Bir gün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. Daha çok uzaktayken güzel sesli birinin söylediği şarkıyı duymuş. Ormanda atını oradan oraya sürmüş ve kuleye varmış sonunda. Fakat sağa bakmış, sola bakmış, ne merdiven görmüş ne de yukarıya çıkılacak başka bir şey. Bu güzel sesin büyüsüne kapılan Prens, cadının kuleye nasıl çıktığını görüp öğrenene kadar hergün oraya uğrar olmuş. Ertesi gün hava kararırken, alçak bir sesle;

“Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir çırpıda yukarı tırmanmış. Rapunzel önce biraz korkmuş, çünkü o güne kadar cadıdan başkası gelmemiş ziyaretine. Fakat prens onu şarkı söylerken dinlediğini, sesine aşık olduğunu anlatınca korkusu yatışmış. Prens Rapunzel’e evlenme teklif etmiş, Rapunzel’de kabul etmiş, yüzü hafifçe kızararak. Ama Rapunzel’in bu yüksek kuleden kaçmasına imkan yokmuş. Akıllı kızın parlak bir fikri varmış. Prens her gelişinde yanında bir ipek çilesi getirirse, Rapunzel’de bunları birbirine ekleyerek bir merdiven yapabilirmiş. Her şey yolunda gitmiş ve cadı olanları hiç farketmemiş. Fakat bir gün Rapunzel boş bulunup da.

“Anne, Prens neden senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma?” diye sorunca herşey ortaya çıkmış. “Seni rezil kız! Beni nasıl da aldattın! Ben seni dünyanın kötülüklerinden korumaya çalışıyordum!” diye bağırmaya başlamış cadı öfkeyle. Rapunzel’i tuttuğu gibi saçlarını kesmiş ve sonrada onu çok uzaklara bir çöle göndermiş. O gece cadı kalede kalıp Prensi beklemiş. Prens,

 “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenince. cadı Rapunzel’den kestiği saç örgüsünü uzatmış aşağıya. Prens başına neler geleceğini bilmeden yukarıya tırmanmış. Prens kederinden kendini pencereden atmış. Fakat yere düşünce ölmemiş, yalnız kulenin dibindeki dikenler gözlerine batmış. Yıllarca gözleri kör bir halde yitirdiği Rapunzel’e gözyaşları dökerek ormanda dolaşıp durmuş ve sadece bitki kökü ve yabani yemiş yiyerek yaşamış. Derken bir gün Rapunzel’in yaşadığı çöle varmış. Uzaklardan şarkı söyleyen tatlı bir ses gelmiş kulaklarına.

 “Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş.

Rapunzel, prensini görünce sevinçten bir çığlık atmış ve Rapunzel’in iki damla mutluluk göz yaşı Prensin gözlerine akmış. Birden bir mucize olmuş, Prensin gözleri açılmış ve Prens görmeye başlamış. Birlikte mutlu bir şekilde Prensin ülkesine gitmişler. Orada halk onları sevinçle karşılamış. Mutlulukları ömür boyu hiç bozulmamış.

17 Mart 2012 Cumartesi

Masal dinle



Masal dinlemek

Çocuklar için masalların önemi;

Masallar, çocukların hayal gücünü geliştirir, dil yetisini güçlendirir.
Çocukların gelişiminde en önemli etken şüphesiz masallardır. Masallar, çocukları içinde yaşadıkları ortamdan uzaklaştırıp bambaşka diyarlara götürmektedir. Masallarda anlatılan çeşitli hikayelerde iyilerin, doğrunun galip geldiği her zaman iyilerin kazandığı mutlu sonlar ve yaşanmış gibi anlatılan hikayelerden alınan dersler çocukların hayat karşısında ne yapması gerektiğinin kısa bir özetidir.

Her zaman iyinin, doğrunun kazandığı masalları çocuklarınıza dinletmeyi unutmayınız.

21 Şubat 2012 Salı

Sihirli fasulye

Sihirli fasulye Bir zamanlar bir köyde yoksul ve dul bir kadın yaşarmış . Tembel bir oğlu varmış , hep parasız kalırlarmış. Bir gün o kadar zor bir duruma düşmüşler ki, kadıncağız ellerinde kalan tek mal varlığını satmaya karar vermiş. Bu bir inekmiş. İneği oğluna teslim etmiş pazara yollamış. Delikanlı pazara giderken yaşlı bir kadına rastlamış, kadın çocuğun yanına gelmiş ve " Bana bu ineği verirsen karşılığında sana çok değerli şeyler veririm," demiş. Sonra cebinden beş fasulye tanesi çıkarmış. "Fasulye tanesi mi?" demiş delikanlı , biraz da bozulmuş aslında."Ama bunlar sihirli " demiş yaşlı kadın. O öyle deyince bu iş delikanlının aklına yatmış, biraz da tembel olduğu için pazara kadar yürümekten kurtulduğunu düşünmüş.Hemen geri dönüp eve doğru yürümeye başlamış. Evin kapısına geldiğinde, elindeki fasulyeleri annesine gösterip, olanları anlatmış. Ama annesi o kadar çok kızmış ki, fasulyeleri aldığı gibi camdan dışarı fırlatmış. Oğlanı da bir güzel azarlamış. Sabah olunca odasının camından dışarı bakan delikanlı gözlerine inanamamış. Yatak odasının penceresinden, dışarıda bir bitkinin hızla büyüdüğünü görmüş. Bu ne bir ağaç, ne de dev bir ayçiçeğiymiş; göğe doğru büyümüş bir sırık fasulyesiymiş. Delikanlı hemen pencereden sarkıp fasulyeye tutunmuş ve tırmanmaya başlamış. Bir yandan “işte sihirli fasulye oluyormuş bak, diye söyleniyormuş. Gökyüzüne doğru tırmanmış, tırmanmış. Fasulyelerin bittiği yerde bulutların üstünde bir yere çıkmış. Uzun çayırlar görmüş, çok uzakta da kocaman bir ev görmüş. Delikanlı evin yanına gidip kapıyı çalmış. Kapıyı bir kadın açmış. "Çok açım, bana yiyecek bir şey verebilir misiniz ? " diye sormuş delikanlı. "Bak sana yiyecek bir şeyler veririm ama dev kocam gelince ortadan kaybolman gerek. Çünkü çocuklara hiç dayanamaz, onları hemen yer." Delikanlı tam bir şeyler yemek üzere sofraya otururken dışarıdan birinin gür bir sesle şunları söylediğini duymuş: Çocuk kokuyor burası. Yerim ben o çocukları, ham diye atarım ağzıma,yaparım kendime yemek. "Fırına saklan. Hemen!" demiş kadın delikanlıya. Sonra da kocasına, "Ne çocuğu hayatım, dün kediye verdiğim et parçalarının kokusunu aldın herhalde," diye seslenmiş. Yemekten sonra dev kese kese altınlarını saymaya başlamış. Kısa bir süre sonra altın saymaktan yorulup uykuya dalmış. Delikanlı saklandığı yerden çıkıp bir kese altın almış. Keseyi sihirli fasulyesinden aşağıya atmış, ardından fasulyenin sırığına tutunarak aşağıya inmiş. Altınları annesine vermiş, bir süre annesiyle birlikte çok mutlu yaşayıp gitmişler ama birkaç ay sonra ellerindeki tüm altınlar bitmiş. Delikanlı tekrar sihirli fasulyeye tırmanarak devin yaşadığı ülkeye gitmiş. Devin evine gelen delikanlı, devin karısından yemek istemiş yine. Kadın onu içeri almak istememiş ilk önce ama sonra dayanamamış. Çok geçmeden dev çıkagelmiş çok neşeliymiş ve şarkılar söylüyormuş. Bunu duyan delikanlı hemen yine fırına saklanmış. "Ne çocuğu, " demiş devin karısı. "Dün yediğin etin kokusunu duydun herhalde. Sen yemeğini yemene bak!" Yemeğini bitirdikten sonra dev, karısına, "Bana tavuğumu getir," demiş. Karısı hemen tavuğu getirmiş. "Yumurtla!" diye emretmiş dev ve delikanlının hayret dolu bakışları altında tavuk altın bir yumurta yumurtlamış. Dev biraz oynamış bu altın yumurtlayan tavukla. Ondan sonra uyuyakalmış masanın başında. Bizim delikanlı tavuğu da alıp evine götürmüş. Delikanlı ile annesi böylece zengin olmuşlar.Artık bir elleri yağda, bir elleri balda yaşayıp gidiyorlarmış. Aradan bir yıl geçmiş, delikanlının aklı hep gökyüzündeymiş ve şansını bir kez daha denemeye karar vermiş fasulyesine tırmanmış. Bu sefer eve, devin karısına görünmeden girip, bir bak dolabın içine saklanmış. Dev girmiş içeri. "Tam tim tom. Nereden geliyor bu çocuk kokusuuu diye bağırmış. "Şuradaki büyük tencerenin içinde olabilir” demiş karısı. Delikanlı orada değilmiş tabii ki. "Buralarda bir yerde, eminim," diye gürlemiş dev, ama karısıyla birlikte evin altını üstüne getirmelerine rağmen onu bulamamışlar. Bu sefer dev yemekten sonra altın bir harp çıkarmış ortaya. "Söyle!" diye emretmiş ve harp ninniler söyleyip onu uyutmuş. Dev mışıl mışıl uyurken , bizim delikanlı harpı kaptığı gibi kaçmaya başlamış."İmdat!" diye bağırmış harp. Dev peşine takılmış. Delikanlı sihirli fasulyeden aşağıya inmeye devam ederken harp hala, "İmdat!" diye bağırıyormuş. Dev delikanlının peşinden sırık fasulyesine atlamış. Delikanlı aşağıya ulaşınca, "Anne! Çabuk bir balta getir," diye bağırmış. İkisi birlikte sihirli fasulyeyi baltayla kesmeye başlamışlar ve dev faulyeden aşağı düşüp ölmüş. Annesi ve delikanlı o günden sonra mutlu bir hayat sürmüşler.